KALPLERİN FORUMU
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

KALPLERİN FORUMU

Harika Foruma Hos Geldiniz
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» göremediğin
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeC.tesi 13 Ağus. - 22:01 tarafından DeaSsi

» MUTLU SON YOKTUR
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimePaz 29 Eyl. - 15:00 tarafından DeaSsi

» ,,,,,,,
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeC.tesi 15 Haz. - 13:03 tarafından DeaS

» !!!!!!!!!!!!!
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimePaz 9 Haz. - 22:13 tarafından DeaSsi

» ,,,,,
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeSalı 26 Şub. - 22:58 tarafından DeaS

» ,,,,,,,,,,
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimePerş. 14 Şub. - 17:11 tarafından DeaSsi

» ,,,,,,,,,,,,,,,,
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeC.tesi 6 Ekim - 21:54 tarafından DeaSsi

» Evetttt...
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimePaz 19 Ara. - 14:22 tarafından DeaSsi

» Yaslarımın şahidi...
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeÇarş. 17 Kas. - 11:55 tarafından DeaSsi

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Mayıs 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
TakvimTakvim
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum

 

 Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
DeaS
Admin
Admin
DeaS


Mesaj Sayısı : 284
Yaş : 46
Nerden : ankara
Kayıt tarihi : 11/01/09

Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Empty
MesajKonu: Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi   Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Icon_minitimeCuma 26 Şub. - 1:24

Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi Kanadi-kirik-kelebek
İki büyük parçayım; okudukça karışan bir aklım, karışan aklımı çözemeyen bir kalbim… Aklımdan geçen her söz, süzgeçten geçip kalbimde onacakken, bir iç ses sürekli isyankârlık ediyor. Ne ola ki bu içten seslenen mendebur? Bırakmıyor şöyle derinden bir nefes alayım, ne uyku kaldı gözümde, ne de hayat… Gittiğim tüm yollardan bedbaht dönüyorum, her köşe başını tutmuş pusuda bekliyor, sürekli soru sorup beni köşeye sıkıştırmak istiyor hınzır! Hiç de pes etmiyor yağlı urganlara gelesice, soru cevap faslı hâsıl oldu mu yorgun düşüyor ve hatta bazen pes ediyorum, sonra içime koca bir çığ oturuyor, ne yiyor ne de bir şey yudumlayabiliyorum, dalıp dalıp kayboluyorum karanlıklarda, izbe sokaklarda… Çünki biliyorum onsuz her yer karanlık bir sokak… Bir ferahlandığım secdem vardı, onu da aldı elimden; közlerde kül olasıca. Olmadık hayallerle lanet okutuyor fatiha yerine! Şefkatin meskenine çadır kurmak istiyor zahar!

Önceleri bu kadar mütecessis değildim gerçeğin ne olduğu konusunda. Olanla yetinir, bildiğim kadar yapar; “tamam işte yeter” der geçerdim. Aklın bir nimet olduğu fikri, bu kadarla yetinmek ve hatta dünyevi ilimler için olsa gerekti benim için! Merak ettikçe sorularım çoğaldı, her soru da başka soruları beraberinde getirdi. Hayatımın tamamını kaplayan kalbim, her şeyiyle tatminkârdı. Lakin aklı hayatımın bir köşesinde öylece oturtmuştum, gelin misali hiçbir iş yapmadan duruyordu. Nakıs olan gerçeklerin bir bütün olması için aklında bu bedende bir rol alması gerekiyordu, işte merak onu da oyuna kattı. Lakin ben işi baya abartmış olmalıyım ki farkında olmadan her şeyi sorgulayan akıl, kalbi ekarte etmiş, bir şekilde başrolü oynuyor!

Tek başına akılla çözümlemek ve her şeyin bilimsel bir gerçeğini yakalama çabaları, birden bire zuhur etti şu aciz bedende… Sordukça içime nüfuz eden saldırılar da artıyordu tabi. Her şeyi bilmek, akılda muhafaza etmek kolay ama çok yüklenince işler karışıyor. Kara delik misali, yok olmuyor mutlak bir şekle dönüşüp varlığını sürdürüyor. Bende de şekil değiştiren düşünceler, karmaşalar baş gösterdi ama öyle bir sesle yüklendi ki yüreğime, atsam atamıyor, satsam satamıyorum. Hoş kimseye de satmak istemem bu dertli ummayı. Her telden bir name dinleyen kulaklarım, ispiyoncu ajan misali her şeyi aklımla kalbim arasında ki ince çizgiye yüklüyordu. Gittikçe ağırlaşan manalar her sokağın suikastçısı olmuştu. Yakaladığı güzellikleri akılda hapseden iktidar, zulüm derecesinde içten içe işkence çeken bir kalbin hâkimiydi. Farklı düşüncelere kayan aklım, yol yordam bilmediğinden olsa gerek ayarı kaçmış merkep gibi, ha bire çamura saplanıyordu. Çamur dediğim öyle insanın varlığında olan ulvi bir toprak olgusu değil! Bildiğiniz çamur işte!

En büyük emanetle imtihan ediliyorum. Göğsümün genişliğinde un ufak edilmesi gereken koca bir kaya parçası; “ben”! Âdem nebi, şeytan senfonisinin tekrar son ses açılıp dinlenmesi gerekiyor, sur misali ürkütücü bir ses edasında… Yoksa bilinmezliğin – ki şeytanda türeyen benlik – bana sirayet edişiyle cehennem kuyularına insan ihracatı başlayacak. Asilik girdabında yeniden “ben” oluşa dönüşen, necaset misali bir varlık olacağım. Çünki inkârı, isyanı, baş kaldırışı emreden bir ben olmaya başlıyorum.

Mana kaybeden her “değerim” mana arama derdinde! Mutlak giyinecek bir kılıf arıyor kendine. Doğduğumuzda mana kazanan ruhlarımız, akıl yokken verdikleri sözde en değerli nimetin iştirakiyle, müşterek bir onama derdinde. Lakin ikisi bir arada doğruyu bulma çabası gittikçe zorlaşıyor. Ne zaman Mukaddes Kelamı elime alsam, korkunç bir ses uğulduyor içten içe. Söylediği sözlerin aykırılığından ben hayâ ediyorum, ne kadar “sus” desem de daha bir çullanıyor nazenin kalbimin üstüne, çoktan seçmeli de değil! Olsa mutlak tanıdık bir cevap kulağıma değecek. Öyle sinirleniyorum ki soru sahibine, başlıyorum soruları cevaplamaya, yirmi dört saat aralıksız sınav. Çoğunda kalem oynatamıyorum, çoğunda ise dayak yemiş it gibi sessizce inine yolluyorum. Amaç kazanmak mı bu sınavda yoksa hiç cevaplamadan muhatap olmamak mı? Yoksa hepsinden öte hiç gelmesine müsaade etmemek miydi? Ben mi sebep oldum bu anlamsız kalabalığa. Ben bana fazlayken bir üçüncüyü kim nerden peydahladı ki? Biliyorum sürekli teyakkuzda olan ruhumun, öğrendikçe yükü ağırlaşıyor. Hani imanım kuvvetlendikçe gitmesi gerekmez miydi mendeburun? Hem akıl bu kadar tehlikeliyse nerde kaldı nimetin hakkını veriş. Birçok ayette geçen “…akıl sahipleri düşünmezler mi…” ifadeleri böyle mana kazanmıyor muydu? Bütün zamanlara, insanlara hitabını okumakla manayı yakalayamıyordum. Her okuyuşta, derinden acıtan cümleler göğsümü daraltıyordu. İnciniyordu, yara almasından, onu onaracak gücü kendimde bulamamaktan, kırılıp dökülmesinden korkuyordum. Susuyordum bazen, içime dönük tüm sorgulamaları susturacak haykırışları kendim bile duyamıyordum. Öylece susuyordum işte…

Etrafımda kime sorsam; “bizde yok mu sanıyorsun” cevabını alıyordum. Aslına herkeste oluyormuş diye ferahlıyorum, ama benimkisi başka geliyor sanki! Sanki öncekiler gibi değil, hep yoklayan küçük kuşkular değil! Aksini inkâr ediş, var olanı yok sayış… Söylenen her iddialı söz pervasızca dolanıyor akıl gezegeninde. Sanki koca bir kayanın altındayım, ya su! ya parça! üçüncü seçenekte olmak istemiyorum. Hani Hz. Ali gibi olamam biliyorum, dünya gözüyle cennet mucizesini görmeye gerek duymayan bir iman, ya da sahabeler gibi tümden bir inkılâbı kayıtsız şartsız kabul ediş. Âlemi temaşa etmeye, çamuru temizleyecek, içimde var olan mucizeyi çözmeye çalışıyorum. Her şeyde nakşı görmekle tatmin olmaya, aklın alamayacağı mucizelerle sesleri susturmak istiyorum, kelamın tüm zamanlara hitabına, onun keşfiyle aklımı kapatıp, kalbimi açıyorum en derinden; Sakileşen yaprakları, kökleriyle yürüyen ağaçları, zekâ timsali kuşların mimarisini. Ayaksız, tutunacak dalı olmayan ayı, içi demir yığınıyla dolu dünyayı, bir topaç gibi asırlarca yer değiştiren yıldızlar âlemini, müthiş bir korunaklılıkla her türlü radyasyonu geri püskürten enerjiyi, nerden geldiğini bilmediğim gökten inen rahmeti. Kendimi, aynada ki beni, 37 derecelik ısıyla hiç bozulmadan duran et parçasını, küçük bir mikroba bile kafa tutamayacak kadar aciz oluşumu, çocukluğu, gençliği ve yine çocuklaşmayı. Boşalıp dolan bu âlemi izliyorum, derinden ve sessiz…

İşin sırrı belliydi aslında; akılla kalp arasındaki ince çizgide yürümek, hem de zarif adımlarla… Normalde cinsi latif olma fıtratımdan doğan zarafet, aklımla kalbim arasında hüküm süremedi. Demek ki iş bedenden içe gelince, farklı bir yol izlemek gerekiyor. Dilde canlı duran, içte öz olmayınca akıl biçare kalıyor. Her ne kadar akıl hükümranlığını sürdürse de aciz bedenlerde asıl mesken sahibi kalptir biliyorum. Bir seste bağırıyor; “imanım tek varlığım, ne olur yanaşma” diye. Biliyorum girmek istiyor gülistana, dağıtmak koparmak istiyor en nazenin çiçeğimi. Her yeri talan edecekti biliyorum, tüm etrafı çorak olan kalbimin çitlerini zorluyordu. Girmemeliydi içeri, izin vermemeliydim! Savaşa yorgun başlayan sözlerim, yılgın, bitkindi. Okuduğum tüm dualar çaresizdi sanki! Dua her kapıyı açan, her handikapı aşan bir melek değil miydi? Ben neden çaresizim o vakit? Ben neden korkuyla sinmiş bir çocuk gibiyim. Asiliklerimden mi? İsyanlarımdan mı? İşlediğim günahların cezası mı? Ya da hidayet benden uzak mı? Ben şaşıranlardan mı olacaktım? “Sus, sus!” ne olur artık konuşma. Her söylediğin söz bende derin yaralar açıyor, aklımda gezinen manasız var oluş teraneleri, en yakın olduğuma uzaklaştırıyor. Defol git başımdan, çık içimden, bırak! Yine eski sıkıntılarımla boğuşayım, bırak geçmişe acılanıp, istikbale kaygılanayım, koynumdan kaçan uykulara yanayım, bırak! Her şeyimi al; sevdiklerimi, hayallerimi, umutlarımı, geleceğimi ve hatta en fazla; canımı… Ama ne olur imanımı bırak bana. Ondan sana yar olmaz. O daha yeni doğmuş bebek misali hayatı temaşa ediyor. Yürüyecek, bırak! Cennete koşacak; en sevgiliye. Çelme takma, konuşma, soru sorma, sorgulama, yanıltma, kapılar açma, girme hayallerime, girme Allah’la arama, çekil secdemin önünden, çekil asl olan “ben”in önünden

Dua; Ey Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım (a.c) ne olur aklıma mukayyet .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Akıl ve Kalp Arasındaki İnce Çizgi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KALPLERİN FORUMU :: Şiir :: Yaşam-hikaye-
Buraya geçin: